YAZIYORUM İŞTE...
Ne yazıyorsun? sorusuna hep eveleyip geveleyip şiir diyordum soranlara. Bazen de gazetede yazı yazıyorum diyordum. Ama elimde iki gündür okuduğum romandan sonra yıllardır deneyip de bir türlü cesaret edemediğim Hikaye ve roman yazma aşkı doğuyordu. Ama yine de cesaret edemiyordum.
İçimden biri yaz, korkma diyordu ama ne mümkün? Sonra o arzu geri kayboluyor, tekrar bir yerlere gelince yeniden karşıma dikiliyordu, yaz korkma diyerek.
Gecenin yarısı geçmiş, saat 01.20 olmuştu. Yazacaktım, deneyecektim, ne pahasına olursa olsun yazacaktım. Ama yine bir yılgınlık geldi, bilgisayarı kapatıp tekrar romana devam etmeye başladım. Beni yaz diyen içimdeki haykıran ses yine çağırıyordu, yaz diye..
Romanı bıraktım, yazmaya karar verdim. Ama ne yazacaktım? Bir romana mı başlayacaktım, bir hikaye mi yazacaktım. Yine korktum, sanki yazarsam alışırım, yazmaya devam ederim diye. İçimdeki ses o zaman bugün yaşadıklarını yaz diye seslendi usuldan.
Öğleden sonra olmuştu. Pek işhatlı değildim çarşıya çıkmaya, evde sıcak ve rahatça romanı okuyordum. Güzel ve sürükleyici ilginç bir romandı okuduğum. Bazen beni esir alıyor, bırakmıyordu. Öğrencilik yıllarımda da öyleydi. Yeniden depreşmişti okuma arzum. Öyle zamanlar ve bölümler olurdu ki, yemek yerken bile bir elimde kaşık, diğer elimde kitap, gözlerim satırları kovalardı. O geldi aklıma. Otobüs duragına gittim. Kimseler yoktu. O zaman hemen elimdeki romanı açtım kaldığım yerden devam ediyordum. Tabii merak içindeydim o bölümde ne olacak, işin sonu nereye varacak diye.
Durakta bir hanım elindeki cep telefonu, onunla oynuyordu. Ben ise elimdeki romanı okumaya devam ediyordum. Ne zaman gelmişti, haberim bile olmadı o hanımın durağa gelişinden.
Sonra otobüs geldi ve bir adımla binip kartımı okuttum, ilk sıraya baktım bir boş yer var. Ama erkek yolcuların çoğu ayakta, neden oturmuyorlar diye düşünmedim bile. Çünkü biliyordum bu şehirde öyle bir hanımın yanına oturmak kolay bir iş değildi. Ayakta gitmek daha iyi idi. Hiç düşünmeden boş olan koltuğa kendimi attım. Etrafım nasıl bakıyor, ne diyor diye düşünmedim bile. Neden düşünecektim? Artık bu şehrin insanları alışmalıydı buna. Onlara kendimce örnek olmalıydım. Bazen de inadına yapardım, olsun anlasınlar, kadın erkek birlikte aynı koltukta oturma olağan hale gelsin, gözler farklı bakmasın, oturanlarda etraftakilerin bakışlarından etkilenmesin istiyordum.
Romanıma gömülmüş, etraftan ilgimi kesmiştim. Umurumda da değildi zaten. Ne derlerse, nasıl düşünürlerse düşünsünler. Yanımdaki hanım da nasıl hareket eder, rahatı mı kaçar, sıkıntılanır mı hiç ilgilendirmiyordu beni. O da oraya buraya kafasını döndürmeye, oturuşumdan huzuru bozulmuş veya tedirgin olmuş bir hali vardı. Varsın olsundu. Alışmalılardı artık. Adı büyükşehirdi, bazen gazetelerde vizyon şehir, örnek şehir gibi sloganımsı söylemler hep gözüme çarpıyordu. Bilmem nerenin belediye başkanı gelmiş de bu şehri örnek gösteriyordu, hatta bazıları da gittiklerinde şehirlerine aynısını yapacaklar ve model olacaktı. Neyse aman canım. Bana ne bunlardan şimdi sırası mı bunların?
Yarın pazar ve gözlerim ağrısa da uykum yok ki, yazmaya devam etmeliyim.
Ama bölüm bölüm yazmalıyım.